D.C.'deki bu patlama kısa sürdü. Çünkü başka bir yerde, başka birşey patlamıştı. Artık 90'ların başına gelmiştik ve X jenerasyonu tabir edilen kuşağın Grunge'ı doğurmasının zamanı gelmişti. Görkemli, depresif bir döneme damgasını çok ciddi bir şekilde vuran Grunge, bizden bir önceki kuşağı, "Yaşıyoruz ama, anlamı ne", "Herşey o kadar gereksiz ki", "Yavaş yavaş yokolmaktansa birden yanıp gitmeyi tercih ederim" hezeyanlarına iten müzik türü. Tam bu aralar Körfez Savaş'ı patladı ve insanlar o zamanlar müzik dinleyen herkes Nirvana ve Pearl Jam hayranları olarak ikiye ayrıldı. Nirvana yokoldu, Pearl Jam, "Keşke onlar da yokolsaydılar" dedirtti. Seattle, bu yeni müziğin başkenti olmuştu, D.C.'nin pek de bir önemi kalmamıştı. İnsanlar, uzattıkları saçları ile yüzlerini örtüp, "Tanrım, çok bunalımım" ya da "Tanrım, haddinden çok bunalımım" sözleri ile şarkı dinler, depresyona girer, Kurt Cobain adlı bir "doğuştan kaybeden"in şarkı sözlerini mırıldanırlardı. Asla bir "Papa Roach" enerjisine sahip olmadı o jenerasyon, ama biz de onların sahip olduğu ruhu pek yakalayamadık.
Ancak bu dönem, Kurt'un, kafasına bir tüfek dayaması ile son buldu. Son bulan bir şey de Converse All Star ayakkabılarının satışı oldu. İntihar ettiğinde ayaklarında bunlardan vardı ve firma, bu fotograf üzerine ayakkabıyı pazardan çekti! Bir dönem, ciddi ciddi bitmişti!
Bir kahraman gider, yerine yenisi gelir...
Seattle Grunge Sahnesi, 8 Nisan 1994'de, Kurt Cobain'in ölümüyle büyük ölçüde dağıldı. Ancak küllerden yeni birşeyler doğuyordu. Üç yetenekli müzisyen tarafından, şimdiye dek yeryüzüne gelmiş en yetenekli şarkı yazarlarından birinin, daha 20 yaşındaki Jeremy Engik'in öncülüğünde kurulan, belki de şimdiye dek kurulmuş en yaratıcı ve ilham verici Emo Grubu, Sunny Day Real Estate (Dissapear) kuruldu. Bilinen bütün rock grubu klişelerini yerle bir ettiler. Medya ile çalışmadılar, birbiriyle anlaşamayan kaprisli grup üyesi profilleri asla vermediler. Hatta inanamayacaksınız ama, hiç senfonik albüm kaydetmediler O zamanlar yeni gruplar için bir prestij göstegesi olan California'daki kalabalık konserlere hiç çıkmadılar, sadece bir tane fotoğrafları vardı, ropörtaj yapmıyorlardı, tamamen bağımsız kalmayı tercih ediyorlardı. 'Diary' adlı bir albüm çıkardılar, günümüz Emo Rock'ı için belki de bir mihenk taşı bu albüm. İşin ilginç yanı, yoğun Katolik öğeler içeren şarkı sözleri, grubun koyu Hristiyan imajı ve Jeremy'nin, "Sadece İsa Mesih'i yücelten şarkı sözleri yazdığımız sürece şarkı söyleriz" açıklamaları yanında grubun bir üyesi Musevi idi!
Daha sonra dağıldılar (kendi sözleri ile "ara verdiler"). Jeremy bir solo proje gerçekleştirdi ve senfonik bir albüm yaptı!!! Diğer üye Dan çiftçi oldu, kalan üye Nate ise, eski Nirvana davulcusu Dave Grohl ile Foo Fighters'ı kurdu. Ancak Güneybatı'da, SNRE'in yolundan gitmeye başlayan başka bir grup vardı, Mineral (If I Could).
Gerçek bir Emo fanı olup olmadığınızı, mesela Mineral'in February parçası ile test edebilirsiniz. Sonunda ağlarsanız, gerçek bir Emo fanısınız. Eğer, "Bu adam şarkı söyleyemiyor ki, ee nakaratı nerde bunun, şarkı üç dakikalık enstrumental bişi ile bitiyor, bu ne be" derseniz ya da bütünüyle şarkı size çok karmaşık ve ağır gelirse... Sadece bir MTV izleyicisisiniz demektir. Koşarak Marc Anthony dinleme hakkınız saklıdır.
Mineral dağıldı, milyonlarca yeni grup türedi. Bir kısmı, Mineral için tribute albüm hazırladı ve bütün bunlar bizi günümüze getirdi. Şu an MTV ve basın, dünyaya sürekli yeni Emo grupları tanıtmakta... Bazısı gerçekten Emo, bazısı da cidden sadece özenti. Her siyah tişört giyip güneş gözlüğü takan, saçını boyayıp Weezer ya da Get Up Kids dinleyerek yanında "duygularını şarkı haline getirmek için" not defteri taşıyan emorocker olamıyor... Emo Rock, bir görünüş tarzı değil, aptalca bir şekilde pop ile hardcore karışımı birşeyler yapmak da değil... Pop değil, Marc Anthony değil, Trl değil... Biraz daha açıklamayı, geçmişteki ve günümüzdeki en önemli temsilcileri, ikinci bölümde bulacaksınız... Incubus - Drive demiş miydim? İyi o zaman, bir de Hoobastank - Crawling In The Dark diyeyim.. Siz de iyice havaya girin...
"Indie" grup ne demektir?
Indie, Independent Artist, yani bağımsız sanatçı anlamında kullanılan bir terimdir. Herhangi bir büyük plak firmasına bağlı olmadığı için, üretiminde de herhangi bir kısıtlama yoktur. İstediği konu hakkında, istediği sertlikte şarkı yazabilir. Bazıları "Indie plak firmaları" ile çalışır, bazıları ise kendi albümlerini kendileri finanse eder.
"Unsigned" grup ne demektir?
Herhangi bir plak firması ile anlaşmamış gruplardır.
"Indie" ile "Unsigned" gruplar arasındaki fark nedir?
Aslında çok az fark var, daha çok düşünce bazında. Kendilerine "unsigned" diyen gruplar, aslında büyük bir plak firması ile anlaşma yapmak istediklerini belirtmiş olurlar. Indie gruplar kadar bağımsızlık düşkünü değiller yani
Grunge Hikayesi
Sözlükleri açıp baktığımızda grunge için “pis,kirli,eski püskü,yıpranmış”gibi kelimeler çıkar karşınıza.Müzik sahnesini değiştiren akımı tanımlamak gerektiğinde ise kirli,distortion’lı ve feedback’li gitarlar,güçlü davullar,belki de çoğu zaman “sessizlik-gürültü-sessizlik”trafiğiyle formüle edilebilecek bir müzik olarak nitelemek yerindedir.Ama öfkesini hardcore’dan,vuruculuğunu punk’tan,güçlü sound’unu heavy metal’den beslemiş olan grunge’ı tek bir müzik türünden ziyade belli grupların sahip olduğu veya belli gruplara yakıştırılan bir ruh birliği olarak görmek daha doğrudur.Grunge’a “Seattle sound’u” deriz ama tüm grunge gruıpları Seattle’lı değildir;etkilerini punk’a benzetiriz ama birçok grup punk kadar heavy metal de dinlemiştir;kimileri ağır tempolu,kimileri daha hızlıdır;kimilerinin şarkılarını elinize gitar aldıktan sonraki birkaç hafta içinde çalabilirsiniz,kimilerininki ise enstrüman üzerinde yetkinlik gerektiren partisyonlarla doludur.Ama tüm farklara rağmen grunge grupları birdir gözümüzde,yukarıda “ruh birliği”dediğimiz şey sayesinde.Grupların her birinin şarkı sözlerindeki öfke,korku,keder,yalnızlık sıkıntı temaları;fanlarıyla ilişkileri ve müzik endüstrisine karşı tutumları benzerdir.Grunge’ın söylemindeki karamsar ton,X kuşağı’nın umutsuzluğuyla paralel bulunur.1960’lar sonu-1980’ler başı arasında doğan,kültürel aidiyet hissetmeyen,toplumla ilişkileri zayıf,güçlü hedeflerden yoksun bir kuşaktır X kuşağı.Bir önceki kuşağın mensupları olan yuppie’ler para kazanmayı,mevki sahibi olmayı her şeyin üstünde görürken,X kuşağı kararsızdır.İşte grunge hayatlarındaki boşluğu para ve kariyerle doldurmanın mümkün olduğu inancına;markaların,mevkilerin her şeyin üzerinde görüldüğü anlayışa karşı çıkar.Kocaman bir kuşağın umutsuzluğunu paylaşır.İşte her grunge grubunda ortak olan nokta budur.Hair metal’in suya sabuna dokunmayışından da,süslü megastarların steriliğinden de uzaktır.Bu yüzden samimidir,gerçekçidir.
Müzikal Kökler
Nirvana grunge’ı yerüstüne taşıyan gruptu,hareketi başlatan işaret fişeğiydi.Ama ne ilk grunge grubuydu ne de “grunge” adını ilk kullananlardı Kurt Cobain ve tayfası.Karanlığı ve gitar riff’lerini Black Sabbath önderliğindeki erken 1970’ler metainde,kirliliğini Iggy&The Stooges,MC5 gibi protopunk’larda,gitar riff’leri ve umarsız ruh halini Crayz Horse dönemi Neil Young’ından bulabiliriz.Kuzeybatı Amerika orijinli punk grupları The Fartz,The U-Men,The Fastbacks ile daha ağır ve sert bir sound’a sahip olan TheMelvins grunge’a ilham kaynağı olan,hatta erken grunge grupları sayılan yerek ekiplerdendir.1983’te kurulan Green River ise çoğunluğa göre ilk grunge grubudur.Seattle dışında hiç tanınmamasına,kariyerinde hiçbir ticari başarıya ulaşamamış olmalarına rağmen kent içindeki etkileri ilerleyen yıllarda rock tarihi içinde bir kült olmalarını sağlayacaktı.Grubun lideri Mark Arm,1981 yılındaki bir fanzin röportajında o zamanki grubu Mr. Epp’in müziğini tarif etmek için “katıksız ***,katıksız pislik(grunge)”ifadesini kullanınca grunge teriminin isim babası da olmuş oldu.Erken grunge sahnesinde The Melvins,Malfunkshun ve Soundgarden arasında albümleri ilk yayınlanan grup da Green River’dı.1985 tarihli Green River ‘n da içinde olduğu bir toplama var ki,bahsetmeden grunge tarihini yazmak imkansızeattle bazlı “Deep Six”adlı albümde Melvins,Soundgarden,Malfunkshun,Skin Yard veThe U-Men’den parçalar vardı.Skin Yard basçısı Daniel House ‘un çabalarıyla bir araya getirilen gruplar,Seattle sound’unun kayıtlı ilk örneğine imza atmış oluyorlardı böylece.Aynı yıl “Sub Pop 100”adında bir toplama ve 1987’de Green River’ın “Dry As A Bone”ve”Rehab Doll” isimli EP’lerini yayınlamak,daha sonra da Sub Pop Singles Club adında bir kulüp kurarak üyelerine her ay bir single yollamak da firmanın eylemleri arasında yer aldı.İnsanlar “ne punk,ne de metal”olan bu müzik türüne karşı hayranlık duymaya başlamışlardı.
Seattle Sound’u Oluşurken
1988,Seattle için önemli bir yıl oldu.Öncelikle Green River,iç dinamikleri itibariyle devam etmesinin imkansızlaştığı bir noktaya geldi.Glam ve Punk’ı harmanlayan Mother Love Bone’un temelleri atıldı.Yılın 2.önemli hareketi de efsanevi toplama “Sup Pop 200”in yayınlanmasıydı.Birçoğu ‘90’larda ya yıldız,ya da kült olacak birçok grubun bir araya geldiğiçok mühim bir kayıttı bu;Nirvana,Soundgarden,Mudhoney,Green River,Screaming Trees,Tad ve Fastbacks gibi.1980’lerin sonuna gelindiğinde Alice İn Chains ilk albümünü yayınladı.1989’da yayınlanan Nirvana albümü ‘Bleach’ 1970’lerin Black Sabbath ve Led Zeppelin sound’unu yansıtan bir yapıdaydı.
Grunge’in zirvesi: “Nevermind”
24 Eylül 1991’de ‘Nevermind’ albümü yayınlandı.İlk single ‘Smell Like Teen Spirit’ ise bundan iki hafta önce gün yüzü gördü.’Smell Like Teen Spirit’in umutsuz 90’lar gençliğinin sesi olduğu inancı hakimdi artık.Sadece birkaç ay yetmişti her şeyi değiştirmeye.İşte bu,post-punk döneminde özellikle Amerika’da hep halının altına süpürülen alternatif hareketin patladığı noktaydı.Artık popstarlar için başarı garanti olmayacak,plak şirketleri ayrıksı seslere de şans tanıyacak,sosyal ve politik duyarlılık sahibi gruplar da dinleyiciye ulaşabilecekti.Bu hareketin bayrağı grunge,en önde giden temsilcisi Nirvana’ydı.Sonraki iki yıl boyunca tüm dünya Amerika’nın Kuızeybatısından gelen bu uzun saçlı çocukların sesine kulak verecekti.
Andrew Wood’un ölümünden sonra biten Mother Love Bone’un elemanlarınca toparlanan Pearl Jam ,Nevermind’dan birkaç ay önce çıkardıkları “Ten”in patlamasıyla akımın en popüler iki grubundan biri olacaktı.Üçüncü albümü ’Badmotorfinger’la yerüstüne çıkan Soundgarden ,dördüncü albümü “Superunknown”la grunge çağının en önemli albümlerinden birine imza atacacaktı.“Grunge”ın dört büyükleri arasındaki en depresif ekip olan Alive İn Chain dahi “Dirt” albümüyle 3milyondan fazla satacaktı.San diego’dan Stone Temple Pilots da Seattle çıkışlı olmamasına rağmen grunge’ın yıldız yaptığı beşinci grup olacaktı.
Mainstream’den Kopuş
Doğa kanunlarının bir gereği olarak grunge akımı da mainstream’deki hakim konumunu yitirdi,hem de tıpkı yükselişi gibi çabuk bir şekilde .Bunu farklı birçok sebebe bağlamak mümkün ama ilk akla geleni tabiî ki Nisan 94’te aramızdan ayrılmasıydı.nasıl hippie kuşağı Jimi Hendrix ve Janis Joplin’in ölümleriyle derin bir umutsuzluğa kapılmışsa,grunge da öyle kaybetti yolunu;rehberi saydığı adam kimseden bir farkı olmadığını iddia etse de…Evet,grunge’ın mainstrean’de kalması bu açıdan paradoksaldı belki de;Kurt Cobain,Layne Staley,Andrew Wood gibi adamların genç yaşta bu dünyadan göçüp gitmeleri,sistemle asla barışamayacaklarını ortaya koyuyordu bir bakıma.Mother Love Bone zamanında kariyerist idealleri olan Jeff Ament ve Stone Gossard dahi,”Ten” 12milyon sattıktan sonra gruplarının şan-şöhret meselesine dayalı bir çizgide var olmasının imkansız olduğuna karar verdiler;yıllar geçtikçe Pearl Jam’i klip çekmeyen ,albümlerini bilinçli olarak az sattıran,endüstrinin kurallarına karşı koyan bir grup haline getirdiler.İşte bu yüzden değerliydi grunge,o ruha sahip gruplardan hiçbirisi baştaki isyanına ters düşecek bir noktaya gelmedi.Kimisi için böyle bir şekilde ihanet etmemenin karşılığı ölmek,kimis için de ortadan kaybolmak olsa bile…
Post-Grunge
Grunge belki bitti ama etkisinin hala var olmadığını söylemek mümkün değil.Alternatif sound’u mainstream’e taşıyan,punk’ı günümüz dinleyicisine taşıyan grunge,Amerika’da Green Day ve Offspring’in başını çektiği yeni kuşak punkların global ölçekte başarılı olmasına imkan sağladı.Grunge İngiltere’de de gitara düşkün bir müzik sever kuşağı oluşturdu.Blur,Pulp gibi yıllanmış gruplar yerüstüne çıkmayı başarırken Oasis,Ash,Supergrass gibi gruplar yüksek tirajlar yakaladılar.90’lar ortasından itibaren Amerika dışında Silverchair(Avustralya),Bush(İngiltere) gibi gruplar Seattle sound’unu yaşatmaya çalıştılar.İlerleyen yıllarda Amerika’da Creed, Nickelback gibi gruplar daha da yüzeysel birer grunge yorumuyla daha da başarılı oldular ancak eleştirel açıdan hiç ciddiye alınmadılar ve endüstride herhangi bir etki de yaratmadılar.Ancak 2000’ler rock’ını yeniden heyecanlı kılan,The Strokes’la başlayan retro akımın birçok temsilcisinin ellerine gitar aldıran,punk denen şeyin ne olduğunu anlamalarını sağlayan grubun da Nirvana olduğunu düşündükçe,grunge’ın silinmesi imkansız etkisini daha net anlıyoruz,Ama şaşırmıyoruz;1991,yıl 0.Sadece bir müzik türüne değil,milyonlarca kişiye hayat öpücüğü verdi grunge;kimbilir daha kaç hayatı değiştirecek!